17 Nisan 2015 Cuma

NEFES, AĞRI,ASTIM ve DAHASI

Yavaş, derin, dingin, hacimli, diyafram kasımızı çalıştırarak, hiç zorlama olmadan, doğal bir biçimde, elimizden geldiğince dik oturarak, burnumuzdan alıp verdiğimiz nefes doğal ve doğru nefestir. Aslında bedenimizin, doğumundan itibaren yaptığı bu doğal nefesi, yine doğal olan, savunma mekanizmamız ( savaş veya kaç) bozar. Genlerimize yerleşmiş ve çokta gerekli olan; yaşam savaşında yeri gelince hayat kurtarıcı rol oynayan, herhangi bir durumla savaşmak veya kaçmak bedeni tetikte tutar. Zamanında vahşi doğaya karşı verdığimiz bu mücadele şimdi trafik, iş hayatı, sınav gibi konulara döndü. Tabii ki önemli konular. Ancak beden tarafından, üzerine doğru gelen bir aslan kadar hayati olarak algılanıp, benzer tepkiler ( savaş veya kaç!) gösteriliyor. Ani veya kısa süreli tepki hayatidir, örneğin trafikte. Ancak bu faydalı olan stres durumunu, maalesef uzun sürdürüyoruz. Savaş veya kaç anlarında verdiğimiz ani tepkiler, adrenalin yükselmesi, sık nefes veya nefes tutma olayını sürekli hale getiriyoruz. Basit dahi olsa, her duruma aynı tepkiyi veriyoruz. Gün içinde dikkat ederseniz, ne kadar çok nefes tuttuğunuzun farkına varacaksınız.
  Bedenimiz oksijen kullanımında, önceliği beyin ve sinirlere verir. Kaslarımız bir hayat tarzı haline dönmüş olan, eksik nefeslere uzunca bir süre dayanabilir. Ancak beyin, alınan oksijenin %20 sini kullanarak ihtiyaçta ne kadar önde olduğunu gösterir. Bu arada sinirler yeterli oksijen almazsa beslenemez. Örneğin siyatik siniri; belden ayak parmaklarına vücudu boydan boya kateder. Görüldüğü gibi bu kadar geniş bir alana hakim bir sinir ağında,  yetersiz oksijen gerginlik yaratırsa, yansıması da büyük olur. Basit bir eşya kaldırırken veya ters bir harekette, şimşek çaktı gibi tabirlerle anlatılan durum, uzmanlar tarafından nefesle de ilişkilendiriliyor. Ağrının nefesle ilişkisinin yapıldığı araştırmalarda; derin nefeslerin, sinirlerde rahatlama sağladığı, ağrılarda azalma görüldüğü, daha önce bel problemi yaşayanların gündelik yaşamda nefes sayesinde ağrı kesicilere daha az baş vurdukları gözlenmiş. Sadece siyatik sinirinde değil, baş ağrısında da nefes egzersizi ağrıyı azaltmada etkili. Nefes, kalbin daha düzenli atması, beyin faaliyetinde rahatlama, kaslarda ağrı azalması ve esneklik gibi birçok faydayı beraberinde getiriyor. Maalesef yaşadığımız sebepsiz yorgunluk ve kas problemlerini normal karşılarız. Oysa oksijensiz kalmış bedenin verdiği öncü sinyaller olabileceğini düşünmeliyiz. Normalde akciğer kapasitesinin %25 kadarını kullanıyoruz. Bilinçli nefes egzersizleriyle bu oran %65 civarlarına çıkabiliyor. Bu oranlar durumun ciddiyetini ortaya koyuyor. Bu kadar zayıf nefeslerle başarılı ve sağlıklı nesiller nasıl yetişir? Sporsuz, bahçesiz, gezmeyi AVM sanan, televizyon başı insanlar olmuşuz.
     Diyafram; göğüs ve karın boşluklarını birbirinden ayıran kastır. Aldığımız derin diyafram nefesleri, diyafram kasını aşağıya doğru iterek akciğerlerimizin kapasitesini arttırır. Nefes sırasında diyafram kası iç organlara masaj yapar, yavaş kan akışını hızlandırarak dengeler. Burundan alınan nefes, burun kılları ve mukozası sayesinde temiz, nemli ve ılınmış halde alındığı için daha sağlıklıdır, ağızdan alınan yanlış nefesler gibi boğazı kurutmaz. Ayrıca burun nefesinde, alınan hava  miktarı daha fazladır ve diyafram kası, kendiliğinden doğal ve sorunsuz kullanılır. Yavaş nefes ve nefesler arasındaki en az 4 saniyelik beklemeler oksijenin kana karışabilmasi için geçmesi gereken mecburi süredir. Az alındıktan sonra, beklemeden verilen nefes, az oksijenden dolayı kanı asitlendirir. Asitlenen kanda; oksijen taşıyan hemoglobinler, oksijeni ihtiyacı olan hücrelere bırakamaz, çünkü ancak kanın alkali olma durumunda oksijen- hemoglobin bağı gevşer, oksijen serbest kalır ve rahatça hücrelere girer. Bu hayati bir durumdur. YANLIŞ NEFES; ASITLI YIYECEKLER KADAR, RAHATÇA KANI ASITLENDIREBILIR. Panik atak durumu araştırılmış ve yanlış nefesin kısırdöngü yarattığı, panik atakları taklit ederek işin içinden çıkılmaz bir hale getirdiği anlaşılmış. Eğitimli doğru nefeslerle panik atak sıklıkları azaltılabilmiş, daha hafif atlatılabilir olmuştur.
      Az miktarda alınıp, tamamıyla boşaltılamayan nefes durumunda, akciğerlerde hep kirli hava kalır. Astımlılarda yapılan araştırmalarda, genelde bu şekilde nefes aldıkları belirlenmiş. Doğru nefes egzersizleriyle, astım krizleri sıklığının azaldığı, nefes kalitesi ve hacminde artış olduğu görülmüş. Nefesi tam boşaltamamak konusunda ise; yaşamda bir şeyleri bırakamamak, sıkı sıkıya bağlanmak gibi psikolojik bir çok sonuçlara varılmış ve nefesle çözümler bulunmuş. Aldığımız nefes tipi; duygusal yaşamımızı, stres durumumuzu ve hayata bakış açımızı ele verir ve doğru nefes fiziksel, zihinsel ve ruhsal yönden denge getirir.
      Oksijen beden için, hücrelerde yağ yakımı sağlayarak enerji ihtiyacını karşılar. Derin nefes; alınan oksijeni arttırarak, yağ yakımını hızlandırır. Vücut daha enerjik olur, metabolizma hızlanır. Oksijen, metabolizma için hücrelerdeki yaşam kaynağıdır ve azlığı durumu, geri dönülemez sonuçlara yol açar.
  Oksijensiz ortamda hücrelerimiz ya ölecektir ya da baş kaldırarak, tabiatına aykırı olarak şekerle beslenip oksijensiz soluma yaparak, KANSER HÜCRESI olarak yaşam savaşına devam edecektir. Yani kanser hücresi yabancı değil, öz hücremizdir. Sadece bu bilgi bile nefesin kıymetini ortaya koyar.
 Ancak hangi nefesin? Havalandırılmamış evlerdeki veya ortak havalandırma kullanılan AVM  sinema, plaza gibi yerlerdeki, kışın kömür dumanına boğulmuş şehrimizdeki, egzoz gazı kokusu içinde yaptığımız sabah yürüyüşlerindeki derin nefeslerden bize ne hayır gelir? Büyük kentlerde temiz hava bulmak zor. Trafiğin tenha olduğu, sobaların daha yanmadığı sabahın erken saatlerini denk getirelim. Ayrıca aldığımız nefesin kaliteli ve temiz olması için evlerimizde küf olmamasına dikkat edelim. Çünkü küf sporları, evimizin havasına yayılır ve aldığımız nefesle ciğerlerimize yerleşip ciddi problemler yapar, dikkat edelim. Derin nefesler akciğerlerimizi temiz tutar ve mikrop yerleşmesini önler. Akciğerlerimizi bir süngere benzetebiliriz. Zayıf nefesler akciğeri fazla nemli tutar, aldığı nefes hacmi azalır ve mikrop üremesine zemin hazırlanmış olur. Evdeki toz da küf gibi nefes sağlığımız için, en az düzeye indirilmelidir.
     Nefes teknikleri çok çeşitlidir ve okuyarak değil görerek daha kolay anlaşılır. Birçok uzmanın yer aldığı, güzel ve eğitici biçimde hazırlanmış olan, nefes egzersizi görsellerinin izlenmesi bence daha kesin ve doğru sonuç verir. Bu sebepten dolayı nefes yöntemini yazmak istemiyorum. Yanlış uygulanan nefes boğazda, nefes yolunda zorlanma yapabilir, eksik ve tazelenmeyen bir nefes haline gelip sağlığı bozabilir. Ayrıca beli sıkan bir kıyafet, diyafram kasının hareketine müsaade etmeyen yanlış oturuş, fazla dolu mide, stres gibi durumlar nefes bozucudur. Özellikle bir kaç değişik uzmandan değişik nefes egzersizleri izleyin, tam anladığınızdan emin olun, öyle nefes egzersizlerine başlayın.
  Dinlenme ve spor nefesleri farklıdır. Spor nefesi hareketle senkronize olarak burundan alınır, ağızdan verilir. Normal tempo yürüyüşlerinde dinlenme nefesi gibi burundan alınıp verilir, ancak nefes verdikten sonra beklemeden alınır. Nefesin doğal bir şey olduğunu, zorlanmamamız gerektiğini unutmayalım. Burun tıkanıklığı olanlar nefes egzersizlerini buharla nemlendirilmiş ortamda yapmalılar. (Buhar suyuna adaçayı, papatya, hatmi çiçeği gibi faydalı bitkiler eklenebilir). Çünkü ağız nefesleri boğaz kuruluğu yapar.
     Araştırmalar, istatistikler, yüzdeler, oranlar... Sayfalar dolusu nefesin ayrıntılı bilgileri... Her şey nefesin doğal kullanımını sağlamak adına önem atfediyor. Ancak insanlar hala bunu ne kadar yapacağım, bana ne faydası var, şu hastalığımı da geçirirmi gibi sorularla işin özünden uzaklaşıyor. Faydasına göre karar verme huyumuz, bilim insanlarını bizi ikna etmeye mecbur bırakıyor. Komik olan kendi özümüzden o kadar uzaklaşmışız ki aslında kendiliğinden olması gereken nefesin bize anlatılması öğretilmesi gerekiyor. Doğala dönmek zorundayız. Faydalı bitkiler zaten günlük yaşamımızda abartısız ve tamamen doğal bir biçimde yer almalıydı. Biyolojik saatimiz zaten doğal olarak tıkır tıkır işlemeliydi. Metabolizma yavaşlamasını çok garip bulmalıydık. Önce doğal olunur, sonra sağlık kendiliğinden gelir. Sağlık için doğaldan uzak her uygulama veya doğal diye yaptığımız her  aşırılık bizi daha da işin içinden çıkılmaz hale getiriyor. ARTIK DOĞALA DÖNMEK İÇİN İKNA BEKLEMEYELİM. Doğal ve dengeli bir uygulama için fayda aranmaz, zaten bizi doğala ulaştırarak en yüksek faydayı sağlamıştır.

            HOŞÇAKALIN, ĐOĞAL KALIN.

4 Nisan 2015 Cumartesi

DOĞAL SİRKE AYRINTILI TARİF

  Doğal sirke; piyasada satılan sirkelerden koku ve tat olarak tamamen farklı, suya katılıp içildiğinde hoş limonata gibi bir içecek tadında, ferahlatıcı, mideye hazımda yardımcı, son derece faydalı bir sirkedir. Elinde maya olmadan sirke yapmak dikkat isteyen bir konudur. Yapılışı sırasında sirke bakterisinin oluşmasını beklerken çürüğümsü koku ve tatta olan bir şeyle karşılaşabiliriz.
 Sirke faydalı bakterileri bünyemize almamızın en kolay yollarından biridir. Öncelikle şunu bilelim: Doğal
      Elma, üzüm, kuru üzüm, armut, nar, şeftali gibi tatlı meyveleri kullanarak sirke (sadece kabukla veya bütünüyle) yapabiliriz.
     Öncelikle (karışık veya tek çeşit olabilir) meyvemizi ve cam kavanozu iyice yıkayalım. Kabukları veya dilimlenmiş meyveyi bekletmeden (kararmasın) kavanoza koyalım. Bir kilo meyve - iki litre su oranı kullanalım. Eğer doğal sirke varsa maya olarak bir tatlı kaşığı karışıma ekleyelim. Maya yoksa daha dikkatli olmak zorundayız. Bazı tariflerde mayalanmanın hızlanması için bir kaç nohut tanesi eklenmesi öneriliyor. Dikkat edilirse nohuda gerek kalmadan güzel mayalanmış sirke yapılabilir. Tadı da daha güzel olur.
       Kavanoz; sirkenin oksijen alması için kumaş veya tülle kapatılıp lastiklenmeli. Karanlıkta ve oda sıcaklığında, sık sık suyun üstüne çıkan meyveler geri bastırılarak kararması ve tadının bozulması önlenmeli. Meyvenin tatlılığına bağlı olarak kabarmalar olacaktır, altına taşmalara karşı bir kap konmalı ve kavanoz dört parmak eksik doldurulmalı. Taşma olursa ve hemen temizlenmezse, sinekleneceği unutulmamalı. Sıcaklığa bağlı olarak ortalama dört günde meyve kokusu hafif sirke kokusuna dönecektir. Bu arada meyvesine bağlı olarak rengi koyuya, kabuklar da açık renge döner. Ortam soğuksa, maya konmamışsa veya meyveler yeterince tatlı değilse bu süre bir hafta on güne çıkar. Kritik süre budur.
     Birçoğumuz sirke bakterisi üreyemeden, yerine zararlı bakteriler üreyen, tadı acayip bulanık sirkeleri görünce ya ‘gerçeği böyle herhalde’ deyip kabul ediyoruz ya da büsbütün bu işten vazgeçiyoruz. Püf noktası meyvenin havayla temasının kesilip suda kalmasının günlük kontrolüdür. Oksijen ihtiyacı için arada hafifçe karıştırılması sirkeleşmeyi hızlandırır. Meyve kokusu yok olup hafif keskin sirke kokusu oluşan karışım plastik süzgeçle süzülür. Meyvesi, suyu ziyan olmasın diye hafifçe sıkılabilir, bir miktar tortu da inecektir, zamanla dibe çöker. Ancak fazla sıkılırsa inecek aşırı meyve kalıntısı sirkenin çürümesine yol açar. Artık karar size ait. Süzülen sirke cam kavanoza konur, bir tutam kaya tuzu muhakkak eklenir. Kaya tuzu sirkenin bozulmamasını sağlar. Kavanoz aynı şekilde hep bezle lastik yardımıyla kapanmalı, sineklenmemesi için sızıntılara dikkat edilmeli. Sıcaklığa ve maya eklenmiş olmasına bağlı olarak süzüldükten en az iki hafta sonra sirke üzerinde sirke anası denilen bir tabaka oluşmaya başlar. Bu sirkenin şifalı olduğuna işaret eder. Sirke anası da yeni sirke yapılırken maya olarak kullanılabilir, atmayın. Sirke ne kadar çok beklerse, o kadar duru ve keskin tatta olur.
  Sirke anasında görülen kendi şeffaf beyaz rengi harici herhangi bir renk yani sarı,yeşil,gri,siyah,tozlu beyaz noktalar,aşırı kokulu yapışkan sirke anası ve bu durumun sirkeye sirayet etmiş salya durumunda sirke derhal dökülmeli.
     Doğal sirke ile ilgili birçok yayında sirkenin uzun uzun faydaları sıralanıyor. Dikkat edilirse bütün faydalar sirkenin faydalı bakterilerine ve vücut için alkali oluşuna bağlandığı görülür. Sirkenin asitli yapısı temizleyicidir, vücut iç, dış temizliği, hatta ev temizliği bile yapılabilir. Alkali etki özelliği ise vücutta eklem, asit artıkların atılmasında etkilidir.

                                                                       HOŞÇAKALIN

3 Nisan 2015 Cuma

ASİT BÜNYE

Vücut açısından asitli yiyecekler şekerli, karbonhidratlı besinler ve siyah çay, kahve, koladır. Kanımız her zaman alkaliye yakın bir dengede kalmak için savunma yöntemleri geliştirmiştir. Bir çok besin asitli olabilir örneğin limon, zencefil, sirke gibi; ama vücudu alkali yapar. Asitli diye tarif edilen yiyecekler ise vücudumuza glikoz yükü getirir, kan asitlenir, alkali dengesine dönebilmek için birkaç dakika içinde kemiklerden kana kalsiyum ve magnezyum pompalanır. Örneğin bir bardak asitli içecek, kanda nötrleşmek için 32 bardak su ve kemiklerden gelecek kalsiyuma ihtiyaç duyar. Bu şekilde kandaki fazla asidi kemiklerden gelen o çok kıymetli minerallerle ( ve işte kemik erimesinin bir sebebi) bağlamış oluruz.
     Bedenimiz kanın alkali dengesini korumak ve asit artıklarını ortamdan uzaklaştırmak için eklemlere ve kaslara depolar. Bu mecburi yöntem kısa dönem için hayati önemi olan organları kurtarır. Ancak zamanla asit artıklarının iğne gibi batan yapısı yüzünden eklem ve kas ağrıları, iltihaplı durumlar baş gösterir.
      Yaşam tarzımızı değiştirmek için geç kalmış sayılmayız. Abartısız alkali beslenme, günlük hafif egzersiz, derin nefes çalışmaları, yeterli su içmek, aşırıya kaçmamak şartıyla bitki çayları... Nefes, vücudumuza bol oksijen sağlayarak asit artıklarını bağlar ve son derece etkilidir. Özellikle diyaframdan alınan, derin, alış, tutuş ve bırakış olmak üzere 4'er saniyelik yavaş burun nefesleri kastediliyor. Kanserli hücrelerin oksijensiz, asitli ve şekerli ortamda yaşayabilen değişime uğramış( öz be öz) hücrelerimiz olması nefesin ciddiyetini ortaya koyuyor.
      Alkali maddelere bağlamayı başardığımız asit artıklarını idrar, ter ve nefes yoluyla atarız. Yağlar alkali ortamda çözülür, asitli vücutlarda mecburen ( asit artıkları saklanır) yağlanma fazladır. Özellikle bel çevresinde birikim yapar. Aynı şekilde tiroidi yönlendiren iyot minerali de asitli ortamda iyi çalışamaz. Diğer taraftan, vücudumuzu ele geçiren mantarlar ancak asit ortamda yaşar, bağırsaklarımızda zehirli artıklar üretip alerji, karaciğer problemleri yaratırlar. Cilt ise kolajen dokusunun esnekliğini şeker yüzünden kaybeder. Şekerin asitlenme sebebi olduğunu tekrar etmeme lüzum yok sanırım. Spor esnasında olan kas kramplarının da sebebi, oluşan asit artıklarını atmak için kaslardan magnezyum çekilmesidir... Listeyi istediğiniz kadar uzatabilirsiniz. Bu konuya dikkatinizi çekmek istiyorum. Şimdiye kadar verdiğim her sebep sonuç birbirine bağlıydı, değil mi? Sanki bitmez tükenmez bir dairede dönüyoruz, neyi tutsak, diğeri beraber geliyor.
     Şimdiye kadar hangi araştırmayı incelerseniz bir bitki için veya bir diyet için olsun, bitmez tükenmez faydalar, vücut işleyişinde önem, vazgeçilmez, tek gerçek seçenek gibi imaj yaratıldığını göreceksiniz. Alkali diyet abartıları, alkali damlaları ( hazım problemleri yaptığı ifade ediliyor) için de aynı şey geçerli. Eğer başka kaynaklara bakarsanız faydalı sonuçlar listesinin uzayıp gittiğini görürsünüz.
      Neden? Çünkü vücut bir bütün ve hangi noktadan başlarsanız diğer konuların şifalandığını görürsüz. Yani ortada bu kadar abartılacak bir şey yok. Yeter ki vücudun dilinden anlayın ve doğal yaşamı hayatınıza alın. Her attığınız adım bir öncekinden daha kolay olacak, inanın. Popüler diyetleri denediniz, biliyorum. Sürekli, etkili, bünye ve ruh dostu, her yerde, kolaylıkla uygulanan seçenekler değiller. Yeri geldi zaten hassas olan midenizi iyice hazmedemez hale getirdiniz. Sonra malum zincirin halkalarını takip ettiniz: yavaş hazım, yavaş safra, yavaş bağırsak, yine yavaş safra, artık doğru düzgün hazmetmeyen mide... Kabızlık, sürekli şişlik, gaz olayları, daha ilerisi safra taşları... İşte çark böyle işliyor. Sadece sindirim değil, daha farklı mekanizmalarda da durum aynı. Lütfen yaşamınızda tekrarları arayın, genelde fark edilmez oluyorlar. Gün içinde o kadar sık gerçekleşiyorlar ki ( damlayan suyun kovayı doldurması gibi) fark edilmeden sonucu değiştiriyorlar. Mesela çaya attığımız şeker ne de küçük değil mi? Ama zamanla kiloyu etkileyecek kaloriyi aldırır veya hızlı yemek yemek zaman içinde iyi çiğnenmediği için muhakkak hazım problemleri yapar.
     Sonuç olarak, sağlıklı yaşama attığımız ilk adım en büyük adımdır. Diğer şeyler çorap söküğü gibi peşi sıra gelir. Lütfen daha önce işlediğim faydalı bakterilerle barışma konusunu inceleyin. İyi bir başlangıç olduğunu göreceksiniz.

      HOŞÇAKALIN

2 Nisan 2015 Perşembe

ÇÖKELEK YAPIMI ve PÜF NOKTALARI

   Çökelek yapımından önce iyi çökelek nasıl olur bilmeliyiz. Yoksa daha yolun başından kötü kokulu veya ekşi tadında  olur. Ayrıca çökelek topaklanıp kurutulma aşamasında mayalandığı için ne kadar taze ve kaliteli olursa, çökeleğimiz o kadar hafif kokulu ve daha peynire yakın tadda olur. Çökelek; yapımı sırasında önce tereyağının ayrılmasından dolayı yağsızdır.  Piyasadan çökelek alırken tuzsuz olmasına dikkat edilmeli. Lor peyniri ile çökeleği karıştırmayın. Lor peynir altı suyundan yapılır ve bir peynir ürünüdür, çökeleğe nazaran daha süt tadında ve daha yağlıdır. Çökelek ise yoğurttan tereyağı ayrıldıktan sonra kalanın kaynatılmasıyla elde edilir. Yani lordan çok daha doğaldır. Çökeleğin tuzsuz olanı kesinlikle tazedir. Elinize aldığınızda veya tadına baktığınızda kum gibi sert ve dağılan şekilde ise üretimi esnasında çok kaynadığı anlaşılır, satın almayın çünkü şekil almaz, damağa hoş olmayan tat bırakır. Eğer evde çökelek yapmak isterseniz çok kolaylıkla yapabilirsiniz.
Arzu ettiğiniz miktar yoğurdu hafif ateşte kaynama sıcaklığına kadar ısıtın. Kaynamadan hemen önce yoğurdun katı kısmı ayrılıp yüzeye çıkar. Vakit kaybetmeden kevgirle (delikli kepçe) katısını metal bir süzgece toplayın. Eğer bu arada yoğurt kaynarsa katısı kumlanır, dikkat edin. Çökeleğiniz süzülünce hazır demektir. Ortalama üç gün ekşimeden kahvaltılarda yerini alır. Daha süre dayanması istenirse  uygun baharat katıp topaklanabilir. Anadolu'da topaklanan çökeleğe sürk denir ve Arapça'dan gelme bir kelimedir.

                                                    SÜRK ÇÖKELEĞİ
Bir kilo çökelek
*Bir tatlı kaşığı kekik
*Bir tatlı kaşığı çörekotu
*İstenirse bir çay kaşığı kimyon
* Tuz (damak tadınıza göre, Peynir kadar tuzlu olmasına lüzum yok.)
    Malzeme hepsi birden yoğurarak veya eğer varsa öğütücüden geçirerek, fotoğrafta görüldüğü gibi şekil verilir. Tepsi veya tel ızgara üzerine gazete kağıdı, onun üzerine de paket kağıdı koyulur. Paket kağıdı sürk ile gazete arasında durunca gazeteden mürekkebin geçmesini önler. Üzerine sürk topakları dizilir, buzdolabına üzeri açık şekilde koyulur. Sürk, suyu altındaki kağıtları ıslattıkça yeni kağıtla değiştirilir. Kuruyunca paket kağıdına sarıp buzdolabında muhafaza edilir.
     Sürk; mayalanan bir besindir. Zararlı bakterilerden korunması için temiz elle dokunulmalıdır. Buzdolabında kuruması tatlı mayalanmasını sağlar, ekşimesini yavaşlatır, erken küflenmenin önüne geçer.  Sürk topaklanmasından itibaren bütün safhalarında yenilebilir, beklemeye lüzum yoktur. Kuruyan sürk zamanla üzerinde beyaz bir tabaka oluşturur, bıçakla kazınır, temizlenerek yenilir. Üzeri gri-yeşil bir tabaka kaplı sürk tamamen mayalanmış yani pişmiştir; bu aşamada sürk küflenmiş demektir. Bu tabaka temizlenmelidir. Az miktarda yapıp küflenmeden bitirmek en mantıklısıdır. Küfe çok karşı olan ben, pişmiş sürkün meraklıları arasında olduğumu belirtmeliyim.
   Birçok çökelek tarifinde pul biber yer alır; ancak sürkü ekşitir. Sade tarif çökeleği peynir görünümüne ve tadına yaklaştırır. Bu tarif alışmamış damaklara daha çok hitap eder. 
NOT:Fotoğrafta görülen hasır tabak, Anadolu'nun geleneksel el işçiliğidir. İçli köfte (oruk), çökelek vs yapımında kuru kalması amaçlı,hala kullanılır. Eskiden sürk hasır tabaklarda kurutulurdu. Ancak şimdi kağıt bunun için daha uygun ve bol. İyi günler.
                                                                HOŞÇAKALIN