Yıl: 1950. Yer: Borneo Adası. Olay: Sıtma salgını. Sıtma hastalığı ve başlıca yayıcısı sivrisinek; ada halkının büyük problemi olmuştur. Sivrisinekler yok edilerek, sıtma salgını önlenmelidir. Dünya Sağlık Örgütü duruma el koyar. Çözümü DDT de aranmaktadır. Sonuç etkiliydi. Sivrisinekler yok olmuş, sıtma salgını büyük ölçüde kontrol altına alınmıştır. Ancak kullanılan DDT nin zararı ve bunun domino etkisi ileride görülecektir.
Burada bir parantez açıp, DDT nin konusunu baştan ele alalım. Ilk olarak organik yöntemle 1874 te üretilip böcek zehiri olarak kullanıldı. 20. yy başlarında, savaştan kırılan bir dünya ve sıtma, tifüs, sarıhumma dan ölen on milyonlarca insan... Yıl 1939. Bu sefer sentetik yolla üretilen DDT nin, çok etkili bir böcek öldürücü olmasına bir mucize gözüyle bakıldı. DDT ve birçok böcek ilacı; kimyasal silah endüstrisinin yan ürünüdür. 2. Dünya Savaşı bitiminde, bu kimya şirketleri askeri kimyasal silah üretiminden, ilaç ve tarım ilacı sektöründe faaliyete geçmişlerdir.
Insanlar bu mucize ilaçları çok sevdi. Şehirler, köyler, bütün ekili alanlar, çimenler, parklar, kısacası her yer DDT ve benzerleriyle adeta yıkandı! Eğer fotoğrafa dikkat ettiyseniz, ilaçlama yapan çiftçilerin; tarlayı veya yabani otları farketmez, neredeyse yıkar gibi aşırı ilaçladığını görürsünüz. Her birinin arasında ancak birer adım var ve sırtlarındaki aletler o günlerden bu yana hala kullanılıyor. Ayrıca hiç bir koruma ( maske vs) kullanmıyorlar. Bu bilinçsiz tavrın günümüzde de devam ediyor olması çok acı. Tarım çalışanları arasındaki kanser oranı, nüfusun geneline oranla çok daha yüksek. Fotoğraf da kanıtı! Korumasız, aşırı ve özensiz, sonuç: KANSER.
Kaldığımız yerden devam edersek: DDT nin en trajik biçimde, domino etkisini gösterdiği yer Borneo Adası olmuştur. Ağırlaşan sıtma salgınına karşı, DDT ile kurutulan sivrisineklere kadar durum iyiydi. Ada halkı saz damlı evlerde yaşıyordu. Bu sazları kemiren tırtıllar, yaban arıları tarafından yeniyor, bu şekilde evler sağlam kalıyordu. Doğa bir denge tutturmuş giderken, DDT yaban arılarını ve birçok böcek türünü zehirledi. Bu böceklerle beslenen kertenkeleler ve kertenkeleleri yiyen kediler... Hepsi DDT den nasibini aldı. Kedilerin azalması farelere yaradı. Bu defa ada halkı, farelerle mücadele etmek zorunda kaldı. Başlangıçta DDT atan Dünya Sağlık Örgütü, şimdi de paraşütle adaya 14 bin canlı kedi indiriyordu!
1970 lerde DDT ve benzeri birkaç tarım ilacı yasaklandı. Birçoğunun kullanımına sınır getirildi. Dünya çapında, vahşi yaşamda oluşan yıkım ve bunun insan yaşamına, sağlığına etkisi gün geçtikçe daha iyi görülüyordu. Ancak çok geç kalınmıştı. 20. yy ortalarından bu yana, doğan bütün bebekler anne karnında kimyasallarla tanışarak doğuyordu. Bilim dünyası, ekolojik sistemin %60 ının zayıflayarak çöktüğünü ifade ediyordu. Doğa artık ilaca dirençli genler geliştiren böceklerle doluydu. DDT gibi birçok tarımsal ilaç kalıntılarının, kuzey kutbuna kadar bile, bir şekilde ulaşmış olduğunu ve artık kaçacak yerimizin kalmadığını anladık. Yasaklanmasının üzerinden geçen bunca yıldan sonra, bu güne kadar birçok Amerikan çiftlik evinde yapılan tahlillerde, ev döşemelerinde DDT kalıntılarına rastlanıyordu. Anne sütünde bile hala rastlanan DDT nin, bedene bir kez alındığında, bağışıklık üzerinde 20 yıldan uzun süre etkili olduğu tespit edildi. Tarım kimyasalları; kanser, genetik bozukluk, doğum anomali, hormon problemleri ve daha birçok hastalığa sebep oluyor. Gidecek başka gezegenimiz yok. Doğala dönmek zorundayız.
Doğa, dengesini her zaman, sıfır atık olacak şekilde kurar. Doğadaki döngüyü örnek alarak, yeşil kimya yöntemleri uygulamaya konuyor. Amaç, ihtiyacımız olan maddeleri daha az atıkla, daha doğal, çevre dostu olarak üretip kullanmaktır. Üretimde; insan bedeninin temel maddeleri olan, karbon, oksijen, hidrojen, nitrojen, demir kullanılarak, alternatif yollar bulundu. Bütün bu gelişmeler, gelecek nesiller için bir umut ışığı olarak görünüyor.
DOĞAL KALIN, SAĞLIKLI KALIN.